Ben 1938 yılında doğmuşum fakat hangi ay, hangi gün bilmiyorum. Annem Ayşe ve babam Hüseyin kim bilir ne kadar mutlu olmuşlardır. İsmim mi? Evet, söylemeyi unuttum. Ali… Ali Paşa. Babam henüz yeni göç etmişti doğduğum yer olan ‘’Sinemataş’’a. Sevgili babacığım kim bilir ne zorluklarla bıraktı memleketini. Fakat o zamanın şartları bunu gerektirmiş ve memleketi olan Sürmene’den Samsun’a göçüp gelmişti. Velhasıl, gel zaman git zaman büyüdüm.
Henüz 6-7 yaşlarındayken hafızlık yapmak için köyde bulunan Hafız Mustafa’dan ders almaya başladım, lakin çok uzun sürmedi. Hocam Hafız Mustafa çok disiplinli bir insandı. Etim de kemiğim de onundu. Bu yüzden öğretmek için okutuyor, yanlış yaptıkça da dövüyordu. Buna anneciğimin yüreği el vermemişti ve beni mektepten almıştı. Fakat derslerime çalışmaya devam etmiştim. Günlerim anne ve babama yardım ederek, arada da çobanımız Mustafa ile oyunlar oynayarak, birlikte inek bekleyerek geçiyordu. Mustafa hem abim, hem de arkadaşım gibiydi. Ah Mustafa… Günler böyle hızla geçerken, yine Mustafa ile oyun oynadığımız bir gün ikimizin de dikkatini aynı şey çekmişti: Duvarda asılı olan ve asla elimize dahi almamamız gereken o şey. Tüfek… Ağabeyimin tüfeği. Onu elime aldım, evet, artık Mustafa’yı yenebilirdim. Silahı elime aldım, nişan aldım ve tetiğe bastım! O an hiç beklemediğim o sesi duyduğumda şok olmuştum. Mustafa artık gülmüyordu, hatta hareket bile etmiyordu. Boylu boyunca uzanmıştı, öylece hareketsiz yatıyordu. Ben ise hâlâ hareketsizdim, ne olduğunu anlamaya çalışıyordum. Mustafa’nın cansız bedenine bakarken, nasıl olduğunu anlamadan uzaklaştırıldım oradan. Herkes Mustafa’nın başında, herkes telaş içinde, ağlayanların sesi, hızlıca hareket eden insanlar… Daha 13 yaşımda farkına bile varmadan katil olmuştum. Mustafa abim, arkadaşım, hakkını helal et! Daha çocuktum, çocuktuk, bilemedim. Tüfeğin dolu olabileceği aklımın ucundan bile geçmedi. Ardından askerler geldi. Benim için! Evet, çünkü ben daha anlamını bile bilmediğim ama insanların cinayet dediği suçtan yargılanacaktım. Fakat cezam küçük olduğu için ertelendi. Kaç yaşına kadar ertelediklerini bilmiyordum. Günler geçti. Mustafa gitti. Acısı beni her gün öldürürken, hayat devam etti. İnsanlar Mustafa’yı unuttu. Ben mi? Benim hâlâ en büyük yaram. Zaman böyle hızla geçerken, 15 yaşıma geldim. Annem ve babam bir sabah uyanıp memlekete, dayımların yanına gittiler. Geldiklerinde yanlarında benle yaşıt bir kız da geldi ve o gün evlendim. O zamanlar, şimdiki gibi düğün dernek yoktu, tabi. Sanki komşudan şeker, çay alır gibi bir bakmışsın eş almışsın. Evlendim, çocuğum oldu. Ama çok yaşamadı. Bir sabah uyandık ve ölmüştü. İsmail’im yoktu artık. Ardından büyük oğlum İbrahim dünyaya geldi. Canımdı, tutunacak dalımdı. Onunla günler çok güzel geçiyordu. Fakat işlediğim suçun bedelini ödemeliydim. 17 yaşımda, İbrahim daha ufacıkken bir gün askerler tekrar geldi. Ben aklımdan cezayı çıkarmış, abilerim beni kurtarır diyerek askerlerle birlikte yürüyordum. Akşam eve geldiğimde şunu yapacağım, bunu yapacağım diye düşünüyordum. Olmadı. Dönemedim. 13 ay hapis cezası aldım. Ve yanımda gardiyan, 13 ayımı geçireceğim koğuşa doğru ilerlerken hâlâ içimde bir umut çıkacağımı, abilerimin beni kurtaracağını söylüyordu. Ta ki koğuşun önüne gelip, gardiyanın o kulakları sağır eden tokadını yiyene kadar. İşin ciddiyetini o zaman kavradım. Tokat yüzümde canım yanarken, 13 ayın nasıl geçeceğini ve ne kadar çaresiz ve kimsesiz kaldığımı düşünüyordum. Çocuk aklımla işlediğim suçun cezası onlara göre 13 aydı. Ama ben bir ömür bunu düşünecektim. Gardiyan kapıyı açtı ve ben içeri girdim. Mahkûmların kimi saz çalıp türkü söylerken, kimi de köşesine çekilmiş gün sayıyordu. Ben ise olanı biteni kavramaya çalışırken, bir yandan da buraya alışmaya çalışıyordum.
Velhasıl, günler geçti. 13 ay bitti. Döndüm, cezam hukuken sonlandı. Hayat aynı hızıyla geçmeye devam etti. Günler, ayları, aylar yılları kovaladı durdu ve bu günlere geldim. Çocuklarım, torunlarım ve hatta torunlarımın çocukları oldu. Ateş düştüğü yeri yakar, çıktığı elin ciğerini de yakar. Mustafa’yı tanıyan birkaç kişi kaldı, onlar hatırlar mı bilmem ama ben Mustafa’yı bir an bile unutmadım. Ve kaç 13 ay geçti, hâlâ suçumun cezasını çekmekteyim. Hâlâ her gün Mustafa’yı düşünüp dua ederken, dilim ve kalbimle ilk onun adını söylüyorum. Acısını ilk günkü gibi hissedip cezamı taze tutuyorum. Mustafa’m, canım, hakkını helal et, seni çok özlüyorum.
Not: Okumuş olduğunuz hikâye gerçek yaşamdan alıntıdır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder