12 Haziran 2025 Perşembe



Vazgeçmenin Öğrettikleri: Hayatın İçinden Bir Gün

Bugün, hayatıma sanki görünmeyen bir güncelleme gelmiş gibiydi. Ne olduğunu tam olarak kestiremiyorum ama ilk anda beni oldukça zorlayan bu durum, zamanla içimde iyi bir his uyandırdı. Oysa sabaha umutla, “Bu güzel bir gün olacak,” diyerek başlamıştım. Güzel bir gün müydü? Belki değil… Ama farkındalıklarla, öğretilerle dolu, derin bir gündü.

Duyguların İçinden Geçmek

Bugün neredeyse tüm duyguları aynı anda yaşadım: Ağlamak, gülmek, korkmak, yalnız hissetmek, kalabalıkların içinde kaybolmak… Gürültünün tam ortasında kendi sesimi aradım. Bazen hayat, bizi tam da bu karmaşanın ortasında büyütüyor. İnsan en net kararları, en yoğun duyguların içinde alabiliyor sanırım.

Örneğin, hayatımızda kalması için çaba gösterdiğimiz insanların aslında bize iyi gelmediğini fark ettiğimiz anlar… Bu farkındalıklar, bazı veda kararlarını kolaylaştırıyor. İçimizde bastırdığımız duygular, kavga etmeyi bile unuttuğumuz düşünceler gün yüzüne çıktığında, kendimizi daha özgür hissediyoruz.

Yeni Kararlar, Yeni Korkular

Elbette yeni kararlar, beraberinde yeni korkuları da getiriyor. Ama eskiyi geride bırakmak, yeniye yer açmak için bazen şart oluyor. Belki de hayat tam olarak bundan ibaret: Vazgeçtiklerimiz ve tercih ettiklerimiz... Bazen bir dokunuş, bazen bir uzaklaşma...

Bugün “vazgeçmek” kavramı çokça döndü zihnimde. Körü körüne bağlandığımız bir şeyden vazgeçmek ne kadar acı verici değil mi? Ama aynı zamanda canımızın yanıyor oluşu, hâlâ hayatta olduğumuzun, hissettiğimizin en gerçek göstergesi.

Vazgeçmek, evet, çok can yakıyor sevgili okur. Ama bazen uğruna savaştığımız şeyler, aslında bizi en çok yıpratanlar oluyor. Bugün öğrendim ki, körü körüne tutunmak, kaybetmekten çok daha fazla zarar veriyor insana.

Acıdan Doğan Üretkenlik

Bu tür farkındalıklar bana sadece duygusal anlamda değil, üretkenlik anlamında da bir şeyler katıyor. En çok böyle zamanlarda kendime dönüyor, kalemime (ya da klavyeme) sarılıyorum.

Belki biraz polyannacılık oynuyorum, ama yüklerimi bırakıp hafiflemek iyi geliyor. Hayatın zorlu yollarına uyum sağlamak daha kolay oluyor böylece. Ve evet, bu dönüşlerde en çok yazmak sarıyor beni.

Ne zaman kendimi ifade edemeyecek gibi hissetsem, yazıyorum. Bazen rastgele gelen cümlelerle başlıyorum; ama her seferinde sonunda bir huzur, bir dinginlik bırakıyor içimde.

Sanırım tek vazgeçemediğim şey, bu yazma tutkusu. Kelimelerle dans etmek, hayatın ritmine ayak uydurmamı kolaylaştırıyor. Hatta nefes bile alamazken, nefes alabiliyormuşum gibi hissettiren bir alan yaratıyor bana. Yazmak… Benim için yaşamakla aynı satıra denk geliyor.

Geleceğe Mektup

Bu satırlar, bir gün geçmişe dönüp bakacağım; aynı duyguları olgun bir kalple tekrar yaşayacağım anıların köprüsü olacak. Belki her şeyden vazgeçebilirim ama yazmaktan asla… Yazmak, geçmişimle geleceğim arasında en sağlam bağ olacak.

Bugün içimden geçenler bunlardı. Bu bir veda değil, sadece kendime ve geleceğe yazılmış bir not. Yıllar sonra bu satırlara döndüğümde, geçmişteki “ben” ile uzun bir sohbet edeceğim. Ve o gün geldiğinde, iyi ki yazmışım diyeceğim.


2 Şubat 2025 Pazar

UZUN ZAMAN SONRA



Selam…

O kadar uzun zaman oldu ki ne yazacağım, ne yazmam gerektiğini inan hiç bilmiyorum. Gecenin bir yarısı, hadi diyerek bir anda açtım bu sayfayı. Şayet mantıklı bir şey bekliyorsan, lütfen bekleme; gerçekten adına yakışır bir şekilde deli bir geri dönüş olacak… Evvela neden geri geldiğimden bahsetmek istiyorum. Çok geçerli bir sebebim var: "Canım" öyle istedi. En son ne zaman yazmaya cesaret etmişim, hatırlamıyorum. Şimdi cesaretimi tekrar topladım. Ne abarttın dediğini duyuyorum. Deme, çünkü bazıları için bir şeyler yazmak sandığın kadar kolay değil, hatta bunu birilerinin okuyacağı ihtimalini düşünerek yazmak hiç kolay değil. Şimdi diyeceksin ki, "E yazmasaydın o zaman." Haklısın ama yazmak yara, okumak merhem derler ya, o misal. Ben bir merhem umuduyla başladım yazmaya; cesaretim yok, içimde adına istemek dediğim bir duygu var sadece ve kulaklarımda son ses dinlediğim bir şarkı. Belki kafamın içindekileri susturur umuduyla dinliyorum. Bir faydası var mı, bilmem; aslını sorarsan bir fayda beklentim de yok. Hiçbir şeyden, hiç kimseden bir beklentim kalmadı… Yazmakta bunlardan biri ama iyi geliyor ve inan bu bana yeter. Neyse…

Geçmiş bir zamandı, öyle yıkıldım, öyle düştüm ki, kalkmak benim için epey zaman aldı. Şimdi bu yazdıklarım da haykıramadığım sesim olacak herhalde… Gören, okuyan duyacak sesimi, sadece ben bilmeyeceğim; sadece bu haykırış bana ilaç olacak, inanıyorum. Bu inanç bile düştüğüm yerden kalkmam için büyük destek olacak. Hayli zaman oldu; artık toparlanmak ve yola devam etmek zorundayım. Buraya belki bir gün neşeli birkaç satır yazmak nasip olur umuduyla devam edeceğim…

Ne oldu, ne yaşadın diye sorma; zamanla her şeyin cevabını satır satır okuyacaksın. Sana basit gelecek, belki "Ya ben bunlar için mi okudum?" diyeceksin. Bilirim, insansın, hep daha fazlasını ister insan, sana kızmıyorum, kızamam. Bunlar benim anılarım; beğenmek veya beğenmemek gibi bir durum söz konusu bile değil. Benim amacım, zihnimdeki karmaşayı bir az olsun toplayabilmek, bir an olsun derin bir nefes almak. Kaygısız, hiçbir şey düşünmeden, tasalanmadan, öyle boş, bomboş… Çünkü hayatta bence en zor olan, "mış gibi" yapmak; iyiymiş gibi, mutluymuş gibi… Mışlar beni çok yoruyor. İşte tam da bu yüzden yazıyorum: Mış gibi yapmak istemediğim her şey için, daha mutlu, huzurlu olacağım günler için tekrar, yeniden yazıyorum ve o kadar çok inanıyorum ki, iyi olacağına, bu bile yetiyor…

Bu uzun zaman sonra ilk denememdi. Okuduğun için sana, yazma cesareti gösterdiğim için de kendime teşekkür ederim.


22 Haziran 2023 Perşembe

ÖMÜRLÜK CEZA


    Ben 1938 yılında doğmuşum fakat hangi ay, hangi gün bilmiyorum. Annem Ayşe ve babam Hüseyin kim bilir ne kadar mutlu olmuşlardır. İsmim mi? Evet, söylemeyi unuttum. Ali… Ali Paşa. Babam henüz yeni göç etmişti doğduğum yer olan ‘’Sinemataş’’a. Sevgili babacığım kim bilir ne zorluklarla bıraktı memleketini. Fakat o zamanın şartları bunu gerektirmiş ve memleketi olan Sürmene’den Samsun’a göçüp gelmişti. Velhasıl, gel zaman git zaman büyüdüm.

    Henüz 6-7 yaşlarındayken hafızlık yapmak için köyde bulunan Hafız Mustafa’dan ders almaya başladım, lakin çok uzun sürmedi. Hocam Hafız Mustafa çok disiplinli bir insandı. Etim de kemiğim de onundu. Bu yüzden öğretmek için okutuyor, yanlış yaptıkça da dövüyordu. Buna anneciğimin yüreği el vermemişti ve beni mektepten almıştı. Fakat derslerime çalışmaya devam etmiştim. Günlerim anne ve babama yardım ederek, arada da çobanımız Mustafa ile oyunlar oynayarak, birlikte inek bekleyerek geçiyordu. Mustafa hem abim, hem de arkadaşım gibiydi. Ah Mustafa… Günler böyle hızla geçerken, yine Mustafa ile oyun oynadığımız bir gün ikimizin de dikkatini aynı şey çekmişti: Duvarda asılı olan ve asla elimize dahi almamamız gereken o şey. Tüfek… Ağabeyimin tüfeği. Onu elime aldım, evet, artık Mustafa’yı yenebilirdim. Silahı elime aldım, nişan aldım ve tetiğe bastım! O an hiç beklemediğim o sesi duyduğumda şok olmuştum. Mustafa artık gülmüyordu, hatta hareket bile etmiyordu. Boylu boyunca uzanmıştı, öylece hareketsiz yatıyordu. Ben ise hâlâ hareketsizdim, ne olduğunu anlamaya çalışıyordum. Mustafa’nın cansız bedenine bakarken, nasıl olduğunu anlamadan uzaklaştırıldım oradan. Herkes Mustafa’nın başında, herkes telaş içinde, ağlayanların sesi, hızlıca hareket eden insanlar… Daha 13 yaşımda farkına bile varmadan katil olmuştum. Mustafa abim, arkadaşım, hakkını helal et! Daha çocuktum, çocuktuk, bilemedim. Tüfeğin dolu olabileceği aklımın ucundan bile geçmedi. Ardından askerler geldi. Benim için! Evet, çünkü ben daha anlamını bile bilmediğim ama insanların cinayet dediği suçtan yargılanacaktım. Fakat cezam küçük olduğu için ertelendi. Kaç yaşına kadar ertelediklerini bilmiyordum. Günler geçti. Mustafa gitti. Acısı beni her gün öldürürken, hayat devam etti. İnsanlar Mustafa’yı unuttu. Ben mi? Benim hâlâ en büyük yaram. Zaman böyle hızla geçerken, 15 yaşıma geldim. Annem ve babam bir sabah uyanıp memlekete, dayımların yanına gittiler. Geldiklerinde yanlarında benle yaşıt bir kız da geldi ve o gün evlendim. O zamanlar, şimdiki gibi düğün dernek yoktu, tabi. Sanki komşudan şeker, çay alır gibi bir bakmışsın eş almışsın. Evlendim, çocuğum oldu. Ama çok yaşamadı. Bir sabah uyandık ve ölmüştü. İsmail’im yoktu artık. Ardından büyük oğlum İbrahim dünyaya geldi. Canımdı, tutunacak dalımdı. Onunla günler çok güzel geçiyordu. Fakat işlediğim suçun bedelini ödemeliydim. 17 yaşımda, İbrahim daha ufacıkken bir gün askerler tekrar geldi. Ben aklımdan cezayı çıkarmış, abilerim beni kurtarır diyerek askerlerle birlikte yürüyordum. Akşam eve geldiğimde şunu yapacağım, bunu yapacağım diye düşünüyordum. Olmadı. Dönemedim. 13 ay hapis cezası aldım. Ve yanımda gardiyan, 13 ayımı geçireceğim koğuşa doğru ilerlerken hâlâ içimde bir umut çıkacağımı, abilerimin beni kurtaracağını söylüyordu. Ta ki koğuşun önüne gelip, gardiyanın o kulakları sağır eden tokadını yiyene kadar. İşin ciddiyetini o zaman kavradım. Tokat yüzümde canım yanarken, 13 ayın nasıl geçeceğini ve ne kadar çaresiz ve kimsesiz kaldığımı düşünüyordum. Çocuk aklımla işlediğim suçun cezası onlara göre 13 aydı. Ama ben bir ömür bunu düşünecektim. Gardiyan kapıyı açtı ve ben içeri girdim. Mahkûmların kimi saz çalıp türkü söylerken, kimi de köşesine çekilmiş gün sayıyordu. Ben ise olanı biteni kavramaya çalışırken, bir yandan da buraya alışmaya çalışıyordum.

    Velhasıl, günler geçti. 13 ay bitti. Döndüm, cezam hukuken sonlandı. Hayat aynı hızıyla geçmeye devam etti. Günler, ayları, aylar yılları kovaladı durdu ve bu günlere geldim. Çocuklarım, torunlarım ve hatta torunlarımın çocukları oldu. Ateş düştüğü yeri yakar, çıktığı elin ciğerini de yakar. Mustafa’yı tanıyan birkaç kişi kaldı, onlar hatırlar mı bilmem ama ben Mustafa’yı bir an bile unutmadım. Ve kaç 13 ay geçti, hâlâ suçumun cezasını çekmekteyim. Hâlâ her gün Mustafa’yı düşünüp dua ederken, dilim ve kalbimle ilk onun adını söylüyorum. Acısını ilk günkü gibi hissedip cezamı taze tutuyorum. Mustafa’m, canım, hakkını helal et, seni çok özlüyorum.

Not: Okumuş olduğunuz hikâye gerçek yaşamdan alıntıdır.

27 Nisan 2021 Salı

TOPLUMUN GELECEĞİNE DAİR NOTLAR

 

 


 

 İnsan Nedir? Duygular Kontrol Edilebilir Mi? Merhamet Nedir?

Merhamet, duygu ve insanın içsel dünyası gibi önemli kavramları ele alacağım bu yazımda, psikoloji ve sosyoloji ile ilgili derinlemesine bir bilgiye sahip olmadığımı belirterek başlamak isterim. Bu yazı tamamen kendi düşüncelerimden ibarettir.

İnsan Nedir?

İnsan, iki eli, iki ayağı, aklı ve düşünme yeteneği olan, sözel ve bedensel yollarla iletişim kurabilen, yardım edebilen, muhtaç olabilen ve birçok özelliğe sahip bir canlıdır. İnsan, tüm bu özellikleriyle en gelişmiş varlık olmasına rağmen, bazen en temel duygulardan uzak kalabilir ya da kendini bu duygulardan soyutlayabilir. Örneğin, merhamet göstermemek ya da sevgi duygusunu bastırmak gibi. Bunun yerine, bazen karanlık duygulara, bencilce davranışlara eğilim gösterebilir. Karanlık duygular, insanı bencilliğe iter; kişi kendini ve başkalarını sevmez, hatta zamanla kendisini bile sevmez hale gelebilir. Bu duygular zamanla güçlenir ve kişi, karanlık tarafını kabullenmeye başlar.

Karanlık Taraf Nasıl Oluşur?

Herkesin bildiği gibi, kişilik doğumdan önce şekillenmeye başlar. Anne karnında yaşadıklarımız, duyduğumuz sesler, annenin ruh hali ve yaşadıkları, bizim kişiliğimizin temellerini atar. Anne, çocuğun ilk öğretmeni ve en önemli rol modelidir. Anne mutlu, huzurlu ve sevgi dolu olduğunda, çocuk da gelecekte sevgi dolu bir insan olur. Aile, toplumun ilk okuludur. Ailedeki bireylerin birbirine gösterdiği saygı, sevgi ve değer, toplumun yapısını da şekillendirir. Bir toplumun sağlıklı olması için, o toplumu yetiştiren annelerin psikolojik durumu çok önemlidir. Ailedeki duygusal atmosfer, çocukların gelecekteki yaşamını belirler.

Duygularımızı Kontrol Edebilir Miyiz?

İnsanlar bazen yoğun duygular yaşayabilirler: sinirlenebilir, üzülebilir ya da hayal kırıklığına uğrayabilirler. Duyguların kendisi kontrol edilemez, çünkü duygular aniden ortaya çıkar. Ancak bu duyguları yönetmek mümkündür. Duygularımızı kontrol etmek için öncelikle duygularımızın kaynağını keşfetmemiz gerekir. Örneğin sinirli olduğumuzda, sinirimizin nedenini anlamaya çalışmak, duygumuzu kontrol etmekte önemli bir adımdır. Sinirli olduğumuzda, bu duyguyu bir sohbetle yatıştırabiliriz. Ayrıca duyguları eğitmek de mümkündür. Öfkelendiğimizde, öfkemizi yatıştırmanın yollarını arayarak, bu duyguyu daha yapıcı bir şekilde yönlendirebiliriz. Örneğin, öfkeyi sağlıklı bir şekilde atmak için spor yapabiliriz ya da bir sanat dalı ile ilgilenebiliriz. Duygularımızı eğitmek, bizi daha sağlıklı bireyler yapar. Öfkemizi doğru bir şekilde kanalize edebilmek, duygusal zekâmızı geliştirmemize yardımcı olur.

Merhamet: İnsan Doğasında Olan Bir Duygu

Merhamet, insanların doğasında olan ve derin bir sevgiyle şekillenen bir duygudur. Merhamet, başkalarına yardım etme, acılarını anlama ve onlara karşı duyarlı olma hissidir. Ancak, çevresel etkiler, psikolojik sorunlar ya da aile içindeki olumsuz deneyimler bazen merhamet duygusunu bastırabilir. İnsanlar, zamanla dış dünyadan soyutlanabilir, nefret, öfke gibi duygulara daha fazla eğilim gösterebilir. Merhamet duygusu bu durumda geri planda kalabilir. İnsanlar, oyunlar oynadıkları sanal dünyada, ailelerinden ya da çevrelerinden aldıkları olumsuz örneklerle merhameti unutur. Bu durum, zarara uğramış, şiddetle sarmalanmış bir birey ve sonunda zarar gören bir toplum yaratabilir.

Merhamet Neden Önemlidir?

Merhamet, başkalarına zarar vermemek, onlara yardımcı olmak ve onları anlamak için gösterilen bir çabadır. Merhametli insan, başkalarına zarar vermekten kaçınır ve onların acılarını hafifletmek için çabalar. Ancak günümüzde, insanlar merhamet gösterme konusunda tereddüt etmeye başlamıştır. Sebebi ise, merhametsiz insanların varlığıdır. Çoğu insan, başkalarına yardım etme konusunda çekincelidir. “Ya başıma bir şey gelirse?” sorusu, insanların zihinlerini meşgul eder ve bu, merhamet göstermeyi zorlaştırır. Sokakta birisi bir başkasına zarar verirken, çoğu kişi görmemiş gibi uzaklaşır. Bu, vicdansızlık olarak görülebilir mi? Hayır. Aslında bu, kendimize merhamet göstermek zorunda olduğumuzu anlamamızın bir işaretidir. İnsanlar, başkalarına yardım etmekten korkarken, aslında kendilerine merhamet gösterme noktasında eksik kalıyorlar.

Sonuç Olarak...

Merhamet, sadece başkalarına değil, kendimize de gösterebileceğimiz önemli bir duygudur. Merhamet, bir toplumun sağlıklı ve sevgi dolu olmasının temelidir. Hepimiz, birbirimize merhamet göstermek zorundayız. Çünkü merhamet, sadece başkalarına değil, tüm insanlığa hayat verir. Birbirimize saygı ve sevgi göstererek, daha güzel bir dünya yaratabiliriz.

SELAMETLE…

                       

                                                                                                          Delilikvehmi

8 Nisan 2021 Perşembe

26/03/2021


 

Merhaba Sevgili Okur,

Bir süredir garip ama bir o kadar da gerçek duygular içerisindeyim. Düşünüyorum da, bunca zaman nasıl da kendimi çok dertliymiş gibi hissetmişim; boş ve anlamsız ne kadar çok şeyi beynimde büyütüp, ruhuma boş yere eziyet etmişim.

İnsanların hiçbir şey kaybetmemişken kendini hep kaybeden olarak hissetmesi ne kadar garip. Ancak sadece gerçek bir kayıp yaşayınca farkına varılıyor her şeyin. Ben de bu insanlardan biriyim; gerçek kaybı yaşamadan "Kaybettim!" diyenlerdenim.

26/03/2021… Biliyorum, kimse yaşadığı ilk kaybın acısını unutmaz. Ben de unutamayacağım. Ömrüm boyunca bu tarihi hatırlayacağım. O gün babaannemi, hayatımın neşe kaynağını kaybettim. Belki çok daha acı şeyler yaşayacağım, belki de yaşadığım ilk ve son acı olarak kalacak ve bende yazdıklarımla anılan biri olarak anılacağım, bilmiyorum. Bildiğim tek bir şey var: İnsan er ya da geç bütün korkularıyla yüzleşiyor. Evet, sevgili insan, ölüm bu hayatın tek gerçeği. Benim ise en büyük korkumdu ve ben bununla yüzleşmek zorundaydım, ve yüzleştim.

Ölüm, ta ki ölene kadar ulaşılmaz bir ayrılıktır. Öyle ki, her yerde o var dersiniz, ama o toprak altındadır; siz ise hayaliyle baş başa kalırsınız, acısını günlerce yaşarsınız, acısı yakanızı bırakmaz. Ama acı olan ne biliyor musun? İnsan acısı daha büyük olanı teselli etmek zorunda kaldığında yaşar. 63 yılını kaybeden bir insanı teselli etmek zorundasınız, işte bu zor. Ne deyip avutulur insan? Nasıl acısı hafifletilir? Ya da "Dünyam yıkıldı!" diyen birinin dünyasını nasıl tekrar inşa edersiniz? Bilmiyorum. O ağlamasın, üzülmesin diye kendi acınızın üstünü örtmek ne demek? Ben şimdi bunları nasıl anlatayım? Gece uyanıp, "Allah'ım, mekânını cennet et, ben ondan razıyım, sen de razı ol!" diyerek dua eden birine ne denir? Ne denmesi gerekir? Biz onu avutmaya çalışırken, o kendini teselli ediyor. Açıyor ellerini ve "Gelen Allahtan!" diyor. Bir kez daha utanıyorum, bir kez daha çaresizliğime üzülüyorum. İnsan olmak böyle bir şey herhalde. Her şeye gücüm yeter sanıp, aciz olduğunu bir anda anlamak, unuttuğun ne varsa hatırlaman gereken ne varsa varlığını daha çok kavramak…

Ben de bu dönemde bir şeyin farkına vardım. Allah, gerçekten kimseye kaldıramayacağı yükü yüklemiyor; sen kaldıramam sanıyormuşsun. Ben, sevgili insan, ölüden, ölümden, içinde ölü geçen cümleden bile korkardım. Ta ki ölüm evime gelene kadar. Ölümle tanıştığım vakit, ağlaya ağlaya kıyafet katlarken, dedeme, gelene gidene yemek hazırlarken fark ettim ki korkudan zerre kalmamış. Ölürüm, ben de yaşayamam dediğimde, boş bir konuşma olduğunu suratıma bakıp, "Mekânı cennet olsun" dediklerinde anladım. Anladım ki dünya dönmeye devam edecek ve biz hayata bir kişi eksik devam edeceğiz. Gerçekten ölenle ölünemiyor; Allah, onun da sabrını ve gücünü verecekti. Katlanamam dediğin her şeye katlanacaksın. Allah öyle kudretli ki, senin sırtına taşıyamam dediğin yükü yüklemeden önce o yükü taşıyacak gücü verecek ve o vakit anlayacaksın, Allah’ın en güçlü ve en kudretli olduğunu. Çünkü o her şeye gücü yetendir!

Selametle...


27 Mart 2017 Pazartesi

"ÇAY"

Baş köşeyi kim aldı, kime verdin?
Bir bardak soğuk su gibidir onlar
Ellerinin uzandığı her masada taş gibi bir çay.
Bizim içtiğimiz çay da çaydır.
Çarpık dudaklı, ezik gözlü allı mavili çaylar
Şehirlerden çok güneş vardır o çaylarda
O çaylar dağları bin parça eder getirir.
Yaşamayı çağıl çağıl getirir.
Dans eden bir kadının ayak bilekleri gibidir onlar
Judy Garland gibi çay, kan gibi çay
O çaylardan su içenlerin gözleri
Benim çay bardağımda senin gözlerin olur
Senin gözlerin sizin çay bardağınızda.
Sezai Karakoç

26 Mart 2017 Pazar

MEVSİMİDİR

mevsimidir 
müphem bir meltem yoklar dal uçlarını 
gizlice ürperir yaseminler 
körfezde deniz dalgın 
bilinmez hangi aşktan arta kalmış 
vahim bir yalnızlığı dinler 

mevsimidir 
artık erken kararır sular 
her biri bir bulut ardına sinmiş yıldızların 
korular terk edilmiş 
ağaçlar duman duman 
yalılar tenha 
kanlıca ilk yağmurla serinler 

mevsimidir 
nedense ölmeye heveslenir insan 
uzaya 
bir avuç yıldız tozu gibi savrulmaya 
rayından çıkmıştır yaşamak 
bir eskimişlik duygusu nereye baksan 
gücü yetmez kimsenin kimseyi kurtarmaya 
çünkü ne güzeller 
zehir zemberek güzeldir artık 
ne zehir zemberek çirkindir 
yeni çirkinler

Attila İLHAN

Vazgeçmenin Öğrettikleri: Hayatın İçinden Bir Gün Bugün, hayatıma sanki görünmeyen bir güncelleme gelmiş gibiydi. Ne olduğunu tam olarak k...